🎈 Ahmed Arif Cemal Süreya Hikayesi

şiirşiirler,aşk şiirleri,antoloji,şiir antolojisi,şiir dünyası,şiir dünya,nazım hikmet şiirleri,ahmed arif şiirleri,necip fazıl kısakürek şiirleri,attila ilhan şiirleri,can yücel şiirleri,cemal süreya şiirleri,orhan veli kanık şiirleri,cahit sıtkı tarancı şiirleri,mevlana celaleddin rumi şiirleri,ümit yaşar oğuzcan şiirleri,otuzüç kurşun şiiri,piraye AşkŞiirlerinin Bilinmeyen Hikayeleri. 7 Nisan 20192 Şubat 2020 Kitap Cafe 0 yorum Ahmed Arif, Attila İlhan, Cahit Sıtkı Tarancı, Çok satan kitaplar, Edebiyat, Kitap, Kitap alıntıları, Kitap Eleştirisi, kitap özeti, Kitap tavsiyesi, Kitap yorumu, Sanat, Şiir. Aşk, şiirin ilhamını en çok aldığı duyguların başında geliyor CemalSüreya, 1971'de Maliye Bakanlığındaki memuriyetine dönerken, İstanbul Hocapaşa Vergi Dairesi, Maliye Tetkik Kurulu, İstanbul OrhanSeyfettin Orhon (d. 23 Ekim 1890, İstanbul - ö. 22 Ağustos 1972, İstanbul), Türk şair, gazeteci, yazar, yayımcı, siyaset adamı.. Türk edebiyatı tarihine Beş Hececiler olarak geçmiş edebi topluluğun şairlerinden birisidir. Yirmiden fazla şiiri değişik bestekârlar tarafından bestelenmiştir. Başta Akbaba mizah dergisi ve Çınaraltı fikir ve sanat dergisi olmak beyazgüller biter mi. dikenler göğü deler mi. bir menekşe kokusunda. seni aramak var ya. bu hep böyle böyle gider mi. kendine iyi bak beni düşünme. su akar yatağını bulur, kendine iyi bak beni düşünme. su akar yatağını bulur, 195455 yıllarında Leylâ Erbil ve Ahmed Arif birlikte yayımlayacakları bir şiir kitabı üzerinde çalı­ şıyorlar. Ahmed Arif kitaba “Suskun” adını vermeyi öneriyor. 6 Eylül 1955 tarihli mektupta Ahmed Arif’in “Kürdün Gelini” adlı bir roman kaleme aldığı aktarıl­ mış. “‘Kürdün Gelini’ diye bir roman Kitapseverlerin buluştuğu bu adreste, "Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı bilir?" tartışmasının uzağında, kitap sayfalarının arasında yolculuğa çıkan, aklın ve erdemli olmanın üstünlüğüne inananları bloğuma bekliyorum. CemalSüreya Kimdir? Kısaca Hayatı ve En Güzel Şiiri Bir iki kişi dışında (Nazım Hikmet Ran, Cemal Süreya, Atila Ilhan, Ahmed Arif) olmamış. Benim zevkime uydukları için değil daha etkin daha kabul görmüş şairler olduğu için. Yine teşekkür ederiz. Yanıtla. EBRAR dedi ki: Ara 9, 2021, 20:15:42. Muzafferİlhan Erdost'un Üç Şair'i: Nâzım Hikmet-Cemal Süreya-Ahmed Arif. Yasin Yonsuz Türk şiirinde İkinci Yeni akımının isim babası olarak bilinen Muzaffer İlhan Erdost, Üç Şair adlı eseriyle sosyalist ve toplumcu addettiği üç isme (Nazım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmed Arif) odaklanır. Yazar, kitabı üç ana bölüme CemalSüreya haberleri, güncel son dakika gelişmeleri ve bugün yer alan son durum bilgileri için tıklayın! Cemal Süreya ile ilgili tüm, video, fotoğraf, CemalSüreya – Üvercinka. Üvercinka yasak bir aşkın şiiridir, rivayete göreyse hikayesi şöyledir; Cemal Süreya eşi Seniha Hanım hamile olduğu sırada bir genç kızla tanışır ve ona âşık olur. Bu genç kızın adını hiç kimse EINSTEININ DİLİNİ ÇIKARDIĞI FOTOĞRAFININ BİLİNMEYEN HİKAYESİ. Ölümsüzleşmiş en önemli 8 insan arasında gösterilen ünlü fizikçinin dil çıkardığı fotoğrafının hikayesini o fotoğrafı çeken Art Sasse anlattı. Einstein, 72. doğum günü şerefine verilen davette, arkadaşları ve bilim insanları ile birlikte 14 rxBN. temiz bir şairin kirli spoiler -ahmed arif ve cemal süreya her zaman aynı meyhanede içerler, dertleşirler, şiir yazarlar …bir gün ahmed arif meyhaneye gelmez. iki gün, üç gün derken, neredeyse aradan bir hafta geçer. cemal süreya dayanamaz, garsona sorar “oğlum bizim ahmed’i hiç gördün mü? ” garson ” yok cemal abi hiç görmedim, bir haftadır uğramıyor valla. ” der .bunun üzerine cemal süreya, ahmed’i aramaya başlar fakat bir türlü bulamaz. en son ispirto içilen üçüncü sınıf meyhanelere bakmaya karar verir ve bu yerlerden birinde bulur ahmed arif’i.“nerelerdeydin ahmed ?” diye sorar, ahmed arif cevap vermez. “oğlum söylesene, biz seninle dostuz.”diye üsteler. ahmed arif “cemal, ben sana çok büyük bir hata yaptım. ” der sadece. cemal süreya ”ben böyle bir hata yaptığını hatırlamıyorum ” dese de, “yok yok, yaptım. ben senin kız kardeşine aşık oldum.” deyiverir cemal süreya da bunun normal olduğunu söyleyerek, “senin gibi bir insandan daha iyisini bulacak değil ya ahmed ” der. uzun uzun konuşup süreya ” evlen kız, türkiye’nin en iyi şairi. ” diyerek kız kardeşi ayten’i ahmed arif ile buluşup görüşmesi için cesaretlendirir bile. ayten önce şaşırır ama ağabeyinin sözünü de çarsısı’nda buluşmak üzere sözlesirler ama o gün ahmed arif buluşmaya gelmez. çok sinirlenen ayten, durumu ağabeyine anlatır. cemal süreya da koymuş gibi yine aynı üçüncü sınıf meyhanede içerken bulur ahmed arif’i ve ” neden kız kardeşimi beklettin? ” diyerek başlar söylenmeye… ahmed arif ise ” gömleğim kirliydi be cemal, temiz bir gömleğim yoktu. o gün onun karşısına kirli gömlekle çıkmak olmazdı. ” der spoiler - gerçekmiş gibi gelmeyen hikaye. iki şairi de çok severim ama bu tip hikayeler kolpa gibi geliyor ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın. Merhaba Değerli Simurg Dostu, * Yeni sitemiz adresindeyiz * üyelik bilgileriniz aktarılmıştır * +90 541 458 08 50 bilgi Image from 24 JAN Fri 2020 700 PM 1100 PM Ended Ahmed Arif und Cemal Süreya zählen zu den bedeutendsten Lyrikern der die beiden Zeitgenossen sich nie begegneten, gibt es Parallelen und haben mit individueller Sprachkraft über Identität und Politik geschrieben und gleichzeitig zeitlose Gedichte Arif und Süreya zu würdigen und ihr Werk der jungen Generation zugänglich zu machen hat Ali Has ein Theaterstück konzipiert. Auf Basis zweier Gedichte verbinden zwei Schauspieler Biographie der Lyriker und ihre Poesie zu einem emotionalen Theaterabend in türkischer Sprache.„Ben kolay ölmem / So leicht sterbe ich nicht“BEN KOLAY ÖLMEMiki Sair...iki yasam…bir hikaye...Altmısın üzerinde baskıya ulasarak yayınlanmıs tek kitabıyla edebiyat dünyamızın ustaları arasında olan AHMED ARIF ve Yasadıklarını satırlarında incelikle dile getiren, Türkçe'ye 300’e yakın sözcük kazandıran CEMAL SÜREYA...Birbirine paralel yasamlarındaki kesismelerden ve arkadaslıklarından yola çıkarak, iki sairin yasamlarını, mücadelelerini ve asklarını anlatan Ben Kolay Ölmem iki sairin yasamını bir hikayede Kolay Ölmem, Ahmed Arif ve Cemal Süreya’yı genç kusaklara, sevenlerine yasam öykülerindeki mücadeleleri ile essiz hatıralarını yasatmayı amaçlıyor. Oyun Iki sairin öznel yasam serüvenlerini,yasadıkları haksızlıkları bir kez daha gün ısıgına çıkarırken kadim halklarının suçsuzluguna kimselerin dokunamayacagının altını bu denli dayatıldıgı bir dünyada en destansı ask siirleri, ezilmis ve devrimci ruha sahip sairler tarafından yazılmıs. Ask tarih boyunca nefretin karsısında hep dimdik durup kazanmıstır. Çünkü; umudun bile umutsuzluga kapıldıgı yerde ask baslar ve yine umut olur, hayat ve yasam kaynagı, sevgisizlige karsı baskaldırı olur, masum, kansız ve asaletli bir devrim 16,- € zzgl. Geb. Abendkasse 20,- €VVK-Tickets bei erhältlich 1541 Views - 25/01/2020 Last update culture berliner straße 20 kulturbunker köln, cologne, 51063, de Are you an event organizer? Create events for free. They will be immediately recommended to interested users. Create event Nearby hotels and apartments kulturbunker köln, cologne, 51063, de berliner straße 20 kulturbunker köln, cologne, 51063, de Are you an event organizer? Create events for free. They will be immediately recommended to interested users. Create event Ben Kolay Ölmem - bir cemal süreya & ahmed arif hikayesi Yayınlanma 1338 / Son Güncelleme - 1714 Hasretinden prangalar eskittim, seni anlatabilmek seni, iyi çocuklara, kahramanlara, seni, anlatabilmek seni, namussuza, haldan bilmez, kahpe yalana... Çoğumuzun bildiği bu dizelerin şairidir Ahmed Arif. 2 Haziran 1991'de hayata gözlerini yumduğunda ardında onlarca şiir bıraktı. Ölümünün ardından şiirlerinin bir araya toplandığı iki antoloji, eşsiz şiirlerinin duygularını onu tanımayanlara Nisan 1927'de Diyarbakır'da dünyaya geldi Ahmed Arif. Hançepek semtinde Yağcı Sokak'taki 7 numaralı evde... Aslında adı Ahmed Arif değildi, gerçek adı Ahmet Hamdi Önal'dı. Fakat herkes onu Ahmed Arif olarak bildi, o da kendine bu ismi yakıştırdı. Diyarbakır Lisesi'nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünde okudu. Fakat o şiirlerindeki hayal gücünü ve kendine has lirizmi Türkiye 1940-1955 arasında dergilerde yayınlanan eserleriyle tanıdı. Siyasi çizgisi dönem dönem Türkiye siyasetinde sahne almış kutuplar arasında tartışma konusu olsa da şair yönüyle unutulmayacak değerlerden biri olacak olan Ahmed Arif'in şiirlerinin toplandığı tek kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim 1968'de yayımlandı. Türkiye'de en çok basılan kitaplar arasında yer aldı. Ahmet Kaya, Cem Karaca gibi sanatçılarca birçok şiiri bestelendi. Ankara'da yalnız yaşadığı evinde 2 Haziran 1991 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Ahmed Arif ile Türk edebiyatının bir diğer önemli isimlerinden Cemal Süreyya'nın dilden dile dolaşan bir gömlek hikayesi de Ahmed Arif'in mahçubiyetinin sembollerinden biri ARİF VE CEMAL SÜREYYA'NIN EFSANE HİKAYESİ ŞAİRİN GÖMLEĞİAnlatılana göre Cemal Süreya ve Ahmed’in arkadaşlıkları çok eskilere dayanıyordu. Haftanın hemen hemen her gecesi Ulus Gazetesi’nde buluşur, oradan meyhanenin yolunu tutar, sabaha karşı da Kızılay’a kadar yürüyüp orada ayrılırlardı. Bir gece aniden ortadan kayboldu Ahmed. Ne gazeteye gelir oldu, ne de her zaman gittikleri meyhaneye. Cemal Süreya sonunda onu salaş bir mekanda rakı şişesinin başında buldu. Kadehinden büyük bir yudum aldıktan sonra “Sana karşı büyük bir hata işledim” dedi Ahmed; “O yüzden kaçıyordum. Kız kardeşine aşık oldum…” Dostundan aldığı cevap işe şu sözcüklerden ibaretti “Bunu neresi hata. Senden daha iyisini mi bulacak?” Sonrasını şöyle anlatıyor Cemal Süreya “Kardeşime söyledim. Kız şaşırdı, ikisi de birbirini tanımıyor. Evlen kız, Türkiye’nin en iyi şairi’ dedim. Zafer çarşısındaki kahvede sözleştik. Tanışacaklar. Aldım gittim kardeşimi. Bekle bekle Ahmed yok. Kız bozuldu, onuruna dokundu. Ertesi gün öğrendim ki, temiz gömleği olmadığı için gelememiş Ahmed.” Doğdun, Üç gün aç tuttuk Üç gün meme vermedik sana Adiloş Bebem, Hasta düşmeyesin diye, Töremiz böyle diye, Saldır şimdi memeye, Saldır da büyü... Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize Göz koyanlardır, Tanı bunları, Tanı da büyü... Bu, namustur Künyemize kazınmış, Bu da sabır, Ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara Sarıl da Bebenin Ninnisi şiiri kuşkusuz en çok bilinen şiirlerinden Erken İner Mahpushaneye Anadolu Ay Karanlık Sen Hep Şerefinle Yaşarsın Baba [kaynak belirtilmeli] Bu Zindan Bu Kırgın Bu Can Pazarı Diyarbekir Kalesinden notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden Hasretinden Prangalar Eskittim İçerde Kara Karanfil Sokağı Leylim Leylim Merhaba Otuz Üç Kurşun Sevdan Beni Suskun Unutamadığım Uy Havar! Vay Kurban Yalnız Değiliz Kara gibi onlarca şiiri dilden dile dolaştı Karaca, Akşam Erken İner Mahpusaneye şiiriyle, Ahmet Kaya Ay Karanlık şiiriyle, duygularını melodiye dönüştürüp kalplere günümüzde bile Manuş Baba'nın seslendirdiği İçerde şarkısının şiiri Ahmed Arif'e aitti. Bir şair Ahmed Arif, Toplar dağların rüzgârlarını Dağıtır çocuklara erken “Hasretinden Prangalar Eskittim” kitabıyla Ahmed Arif'in şiiri de gün ışığına çıktı. Böylece Ahmed Arif'in Türk şiirinde zaten öteden beri sağlamış bulunduğu yer, okurun gözünde de matematik bir kesinlik kazandı. Sanırım, bu yer, bundan sonra en az tartışılır yerlerden biri olarak kalacaktır. Şu yaşadığımız günler sarsıntılı, karmaşalı günler. Çok hareketli günler. Ama bu arada fikir ve sanat hayatımızda yerleşik değerler ile yeni değerler arasında, yerleşik değerlerin kendi içinde, yeni bir trafik doğmuş bulunuyor. Şimdiye dek şu yönden bakılmış değerler şimdi bir de bu yönden bakılmakta, dayanıksız değerler ufalanmakta, silinmekte, çok şeyin hesabı görülmektedir. Ayrıca sağlam değerler yerlerini bulmaktadır, ya da bulmaları için pek bir şey kalmamaktadır. Bunun için, iyidir diyorum, bu sarsıntı, bu karmaşa. Daha önce şairler arası bir “pazarı” olan Ahmed Arif de bu arada bu durumdan fırlayıp okura uzanmak olanağını buldu, ya da gereğini duydu. Ahmed Arif Diyarbakırlı. İlk şiirleri 1948-1951 yılları arasında bir iki dergide göründü. O günlerde kendisi Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde, felsefe bölümünde öğrenciydi. Sonra tutuklandı. İlk şiirlerini ortaya çıkardığı sıralarda Orhan Veli ve arkadaşları şiire iyice hâkim görünüyorlardı. Garip dönemi bitmiş, Sabahattin Eyuboğlu'nun deyimiyle “halk olarak sanat”ın dolaylarında dolaşılmaya başlamıştı. Bütün gençler, bütün yeni yetmeler Orhan Veli'ye, Oktay Rıfat'a, Melih Cevdet Anday'a öykünüyordu. Sanki şiir yalnız onların yazdığıydı; onların yazdığından başka şiir olamazdı sanki. Gençlerin bu bilinçsiz tutumu şiirimize zararlı olmuştur. Ama genç sanatçıların çoğu böyle olmakla birlikte, aralarında kendi çıkış noktalarını geliştirmeye çalışan, Orhan Veli ve arkadaşlarına pek kulak asmayan kimseler de yok değildi. Ahmed Arif'i bunlardan biri olarak görüyoruz. İlk şiirinde bile, Garip'le gelen şiirin içeriğine aldırmamıştır. Önerilmekte olan ve bir çeşit şiirsiz şiir diyebileceğimiz hareketi umursamadan kendi doğrultusunda çalışan birkaç şairden biri de odur. Ahmed Arif'in şiiri bir bakıma Nazım Hikmet çizgisinde, daha doğrusu Nazım Hikmet'in de bulunduğu çizgide gelişmiştir. Ama iki şair arasında büyük ayrılıklar var. Nâzım Hikmet, şehirlerin şairidir. Ovadan seslenir insanlara, büyük düzlükler-den. Ovada akan "büyük ve bereketli bir ırmak" gibidir. Uygardır. Ahmed Arif ise dağları söylüyor. Uyrukluk tanımayan, yaşsız dağları "âsi" dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. "Daha deniz görmemiş" çocuklara adanmıştır. Kurdun kuşun arasında, yaban çiçekleri arasında söylenmiştir, bir hançer kabzasına işlenmiştir. Ama o ağına, bir yerde, birdenbire bir zafer şarkısına dönüşecekmiş gibi bir umut bir sanrı, daha doğrusu bir hırs, keskin bir parıltı vardır. Türkü söyleyerek çarpışan, yaralıyken de, arkadaşları için tarih özeti çıkaran, buna felsefe ve inanç katmayı ihmal etmeyen bir gerillanın şiiridir. Karşı koymaktan çok, boyun eğme-yen bir doğa içinde. Büyük zenginliği ilkel bir katkısızlık olan atıcı, avcı bir doğa içinde. 1959-1962 yılları arasında Ankara'daydım, Muzaffer Erdost tanıştırmıştı bizi. Hemen dost olmuştuk. O sıra, Muzaffer Erdost Ulus gazetesinin basımevi müdürüydü. Ahmed Arif de Medeniyet gazetesinde çalışıyordu. Haftanın üç-dört günü beraberdik. Daha doğrusu üç-dört gecesi. Ben, geceye doğru, saat 11-12 sıralarında ulus gazetesine giderdim. O ara, kendi gazetesini erkenden bağlamış bulunan Ahmed Arif de oraya gelmiş olurdu. Muzaffer'in orasında oturur, sabaha kadar konuşurduk. Nelerden konuşurduk? Her şeyden. Sabahleyin, yürüye yürüye Kızılay'a kadar gidilir, orada ayrılınırdı. Yaz, kış, hep böyle. Bu sıkı ilişki birbirimizi iyice tanımamıza yardım etti. Her şairin konuşma tarzıyla hattâ yüzilyle şiiri arasında bir yakınlık, bir benzerlik vardır muhakkak; ama k6nuşmasıyla şiiri arasında bu kadar bir özdeşlik bulunan bir şaire ilk kez Ahmet Arif'te rastlıyordum. Onun şiiri, konuşmasından alınmış herhangi bir parça gibidir; konuşması ise, şiirin her yöne doğru bir devamı gibi. Bir bakıma "Oral" ağza ilişkin bir şiirdir onunki. Bizde oral şiirin tuhaf bir kaderi vardır bu şiirde, genellikle, ya kuru bir söylevciliğe düşülür, ya da harcıâlem duyguların tekdüze evrenine. Daha doğrusu, nedense şimdi-ye kadar genellikle böyle olmuştur. Bu, sözün yakışığı uğruna, şiirin elden çıkarılması, harcanmasıdır. Ahmed Arif'in şiirinde böyle bir sakınca yok. Hiç bir zaman söyleve düşmez. Bir duygu sağnağı, imgeler halinde, sıra sıra mısralar kurar. Ana düşünce, dipte, her zaman belirli, ama sakin durur; çoğalır, büyür belki, ama kalın bir damar halinde hep dipte durur. Ahmed Arif, kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini bulmuş bir şairdir. Anlatımıyla, şiirin özü arasında özdeşlik vardır. Türkçe destan türünün en ilginç deneylerini yapmıştır. En ilginç çıkışını desek daha yerinde olacak. Bir yalçınlığı koyuyor şiirine Ahmed Arif, bir graniti. O yalçınlıktan, birden, sınır köylerine iniyor; "tavukları birbirine karışan" insanları anlatıyor. Bu birdenbirelik onu kekre diyebileceğimiz bir lirizme ulaştırıyor. Ya da tersi oluyor. Eksiksiz bir silah koleksiyonunun arasında görüşmecisinin yolladığı taze soğan demetini görüyorsunuz. Ahmed Arif, Doğu Anadolu'nun, sınır boylarının yersel görüntüleri içinde oraların türkülerini kalkındırıyor, bütün Anadolu türkülerine ulaştırıyor onları, büyütüyor, besliyor; ama boğulmuyor onların arasında. Doğu Anadolu insanının müthiş malzemesini korkusuz bir lirizm içinde önümüze yığıyor. Sonra bütün Anadolu insanına doğru yayıyor onu. Pir Sultan Abdal'ı Köroğlu'na, Bedrettin'e götürüyor. Büyük bir sevgiye, bir umuda çağırıyor Anadolu insanını; gözlerinden öperek, çıldırasıya severek. Evet, halk türkülerinden yararlanıyor Ahmed Arif. Yalnız, halk kaynağının, edebiyat için, şiir için, türkülerden öte daha bir sürü olanak taşıdığını, hatta öbür halk kaynakları içi de türkülerin o kadar da büyük bir ağırlık taşımadığını iyi biliyor. Bu yanıyla halk kaynağına eğildiklerini sanan başka şairlerden ayrılıyor. Onlar gibi sadece türkülere yaslanmıyor. Özellikle destan türü için vazgeçilmez olan tavrı tâ temelden takınıyor. Çalışmalarını ona göre yapıyor. Ahmed Arif kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini getirmiştir; dedik. Bir de, Paul Eluard için söylenmiş bir sözün onun şiirine de uyduğunu söyleyelim Paul Eluard'ın şiiri imgenin tutsağı değildir; gerçeküstücü döneminde de, ondan sonraki dönemde de, şiirin temelinde yatan ana öğe, mısraların kısalığı, kuruluş tarzı ve bunların birbirleriyle bağlama biçimi sayesinde ipuçlarını hiç bir zaman saklamamıştır. Ahmed Arif'te de öyle. İmge, çıplaklığın çarpıcılığını taşır; düşünce vurucu özelliğini ilk anda kullanır. "Hasretinden Prangalar Eskittim"de bunun birçok örneğini görüyoruz Sonra imge onda sınırlı bir oğe değil. Bir bakıma şiirin kendisi, bütünü. Öyle ki bütünüyle vardır onun şiiri. Kelimeler ilişkin oldukları kavramları aşan ve daha geniş durumları kavrayan bir nitelik gösteriyor. Şiirin bütünü içinde kullanılmış bazı düz sözler inanılmaz bir çarpıcılık, bir imge yeteneği kazan-maktadır Ahmed Arif'te. Öte yandan, şiirin içinde birer ikişer kelimelik mısralar halinde akan bu sözler biçim yönünden de önem kazanmaktadır. Öyle ki, kendiliğinden doğan ve yalnız Ahmed Arife özgü gizli bir aruz gibi bu sözlerden bütün şiire bir müzik yayılmakta, ya da bütün şiir çekidüzenini onlarda bulmaktadır. Sözgelimi, Otuzüç Kurşun'da Yakışıklı Hafif İyi süvari mısralarının; yine aynı şiirde ve karaca sürüsü Keklik takımı... mısralarının böyle bir işlevi vardır. Bu, Mayakovski'nin ritm elde etmek için yaptığı biçim çalımalarmı akla getiriyorsa da, aslında bu noktada iki şairin tutumlarını birbirine karıştırmamak gerekir. Mayakovski için, ritm, bir yerde, her şeydir; "şiirin temel gücünü" ritmde bulur o; bir endüstriye benzettiği şiir için ritm manyetik gücü ya da elektriklenmeyi temsil eder. Ahmed Arif için ise ritm sadece bir olanak olarak önemlidir. Ama aralarındaki asıl ayrım şurda sanırım Mayakovski'de ritm, bir bakıma, şiirin dışında bir yer-dedir, anonim bir tekniktir. Bunun için sık sık düşey ya da yatay ses benzerliklerine, bağdaşımlarma başvurur. Daha özetlersek Mayakovski ritmi ses'te aramaktadır. Ahmed Arif ise söz'de arar. Bunun için onun şiiri bir noktada "oral" niteliği bırakır, çok ötelere gider. Bu yanıyla çağdaş şiirin en yeni yönsemelerine karışır. Özellikle imge konusunda yaptığı sıçrama onu bugünkü şiiri hazırlayanlardan biri yapmıştır. Zaten birçok şairin onun etkisinden geçmesi de bunu gösteriyor. Sadece bu bakımdan bile "Hasretinden Prangalar Eskittim", geç kalmış bir kitap değildir. Bir de şu bakımdan geç kalmış bir yapıt değildir "Hasretinden Prangalar Eskittim" Yaşsız bir şiirdir Ahmed Arif'in şiiri. Günün değil, çağın değil, çağların "aktüalite"siyle doludur. "Künyesi çizileli"kimbilir kaç yıldız uçmuştur. Dirsek teması içinde bulunduğu köylülerin, yürüyerek gezdiği kasabaların arasından tarihi kalın çizgilerle görmeyi sever. Tarihi ve uygarlığı. Yalnız, "Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi"nde daha güncül bir tavrı var. Otuzüç Kurşun'da da biraz öyle. Bir yerde tarihten önce yaşamış bir ozan konuşuyor sanırsın'', başka bir yerde en genç kuşağın bir verimi karşısında gibisinizdir. Bu bakımdan elli yıl sonra da yaymılansaydı aynı ilgiyi görecek, sevilecekti bence. Hollanda'ya gittiğimde orada Van Gogh'un sarılarının kaynağını bulmuş ve daha çok sevmeye başlamıştım Van Gogh'un resimlerindeki sarıları. Çünkü Hollanda'daki coğrafya'nın yeryüzü şekillerinin, bitkisel örtünün sarıları Van Gogh'u içimde somutlamış ve bir yere oturtmuştu. Onun çalışmasını gözümde daha da büyütmüştü. Doğal verilerle yaratıcı çalışma arasındaki böyle bir ilişki sanat yapıtı değerini arttırıyor. Sanat yapıtı gerçeğin asalağı olmamalıdır, ama bütün bütüne de on-dan kopmamalıdır, ondan kopmayışın kanıtlarını taşımalıdır. Aynı şekilde, Erzurum toprağını gördükten, Doğu Anadolu'daki yeryüzü şekillerini iyice dolaşıp, içime sindirdikten sonra, Âşık Veysel'in sesine daha çok tutuldum. Van Gogh'un sarıları Hollanda toprağının baskın renklerini taşıyor, bir yerde onlara katkıda bulunuyordu, onların arasında açılmış çılgın, sanrılı çiçekler gibiydi. Âşık Veysel'in sesinde de Doğu Anadolu toprağının rengi, kıvamı, taşıl niteliği, köy evlerinin içinden geçen arklar, yüzükoyun yatarak su içen delikanlılar, genç kızlar vardı. Ahmed Arif'in şiirinde de, şiirini yaparken kullandığı araçlarda da, anlattığı yerlerin, yapıtına koyduğu hayatın çok tutarlı bir bileşkesini görüyorum. Özellikle destan türünde bunun nice önemli olduğunu anlıyorum Ahmed Arif'i okurken. Cesareti söylüyor Ahmed Arif. Yiğitliği. Bir pınar gibi, bir yeraltı suyu gibi, bir tipi gibi. "Dostuna yarasını gösterir gibi" Yücelerde yıllanmış katar katar karın içinde yürüyor yalınayak ve ayakları yanarak. *Hasretinden Prangalar Eskittim, 22. Baskı, Cem Yayınevi, 1989,

ahmed arif cemal süreya hikayesi